Işık, gölge, dinamizmin sanatçının hayal gücü ile can bulduğu sanat akımı…
1600’lü yılların başlarında dini çalkantılar Avrupa dünyasını etkilemişti. Martin Luther’in Protestan reformu din dünyasının karışmasında en büyük etkenlerdendi. Katolik kilisesi buna Karşı Reform ile cevap verdi. Böylelikle Barok hareketi ve Katolik teolojisinin kitlelere hitap etme amacı ortaya çıktı. Barok (baroque) kelimesinin eğri büğrü, bozuk şekilli inci tanesi anlamına gelen Portekizce barroco sözcüğünden türetildiği düşünülüyor. Tabi bu isim o dönemde bu sanat akımını yaşatan sanatçılar tarafından değil, sonraki dönemlerde yaşayan eleştirmenler tarafından konulmuş bir isimdir. Yoksa kim savunduğu akıma bu ismi koymak ister ki, değil mi?
Başlangıçta, Yüksek Rönesans’ın ahengi ve tutarlılığıyla doğrudan kontrast oluşturan sanatsal aşırılıklar ve gereğinden fazla ayrıntıları eleştirmek olarak için ortaya çıkmıştır. Barok dönemi sanatçıları hareket ve drama yoluyla seyircilerin dikkatini çekmeye çalıştı. Bir sanat eserini normalden iki yolla ayırabiliyoruz. Bunlardan birincisi idealizmdir. Yani Rönesans sanatında gördüğümüz ideal ölçüler, ideal ahenk yani ideal güzellik; ikinci yol ise gerçeğin reddedildiği, hayal gücünün devreye girdiği, bütün gerçek kanunlara kısaca ideal güzelliğe aykırı gidilen yöntemdir. Bu başkaldırı sanat dünyasında çok önemli eserleri kazanmamızı sağlamıştır.
Rönesans sanatında daha çok göze hitap eden algıyı yıkan, akla ve duyulara hitap eden Barok sanatta, Rönesans’ın durağanlığı terk edilip yerini dinamizm almıştır. Buna en güzel örnek Gian Lorenzo Bernini ve Michelangelo’nun Davutları arasındaki fark verilebilir. Michelangelo’nun Davut’unun aksine heykeltıraş Bernini, Davud’u taş atmak için geri eğilmiş halde betimledi. Bu heykel bize tarihteki o anı yaşıyormuşuz hissi veriyor. Michelangelo’nun Davut’u sanki tanrı Apollon’u anımsatıyor. İdeal güzelliğin vücut bulmuş hali, yetenekli ellerden çıkan bir heykeli sanki gerçekmiş gibi hissetmemizi sağlıyor. Bernini’nin heykeli ise gözlerindeki ifade, dudaklarını ısırışı ve duruşu ile sanki elinde tuttuğu taşı gerçekten fırlatacakmış gibi hissetmemizi sağlıyor. Bu duygusal yoğunluk tabi ki seyircide hayranlık uyandırıyor.
Barok sanatın coşkusu sadece resim sanatında değil mimaride de kendini gösterdi. Rönesans’ta kullanılan düz çizgiler yerine kavisler, şaşalı kubbeler ve süslemelere yer verildi. San Carlino Şapeli’nin duvarlarına baktığımızda içe ve dışa kavisli olan bu muhteşem görünüm sanki yapı malzemesi taştan değil de daha esnek bir malzemeden kullanılmış gibi hissettiriyor. Chiaroscuro tekniği, her ne kadar Caravaggio tarafından icat edilmiş olmasa da bu önemli sanatçı tarafından ustalıkla kullanılmıştır. Chiaroscuro tekniği dramatik etki yaratmak için koyu gölgelerin ve dikkati belli bir noktaya çekmek için ışığın kullanılması yöntemidir. Bol miktarda ışık ve gölge kontrastı ile resimlerde duygular daha belirgin hale geliyor.
Pieter Paul Rubens, Barok sanatının en büyük sanatçılarından biri olarak karşımıza çıkar. Karşı reformasyona katılan uluslararası Barok sanatçı, sanat tarihi açısından ne kadar büyük bir ressamsa onun kadar büyük resimler yaptı, gerçekten kocaman resimler…Günümüzde adını en çok duyduğumuz bir diğer sanatçı olan Rembrandt, Barok dönemin bir diğer önemli sanatçısıydı. Hobi olarak eskiz yapan sanatçının yaklaşık 14.000 eskizi hala durmaktadır. Eserleri ne kadar çok ilgi görse de onun en eşsiz özelliği otoportrelerinin sayısıdır. Yaklaşık 40/50 arasında yağlıboya, 32 gravür ve 7 çizim portresi vardı.Sanırım kendini resmetmeyi çok seviyordu.
Heinrich Wölfflin’in Rönesans ve Barok arasındaki ayrımı belirtmek için kullandığı “kütleye sokulan hareket” şeklindeki tarifi bu iki sanat akımı arasındaki ayrımı dile getiren önemli bir tanım oldu. Barok dönem son bulduğunda bizlere hayranlıkla izlenecek pek çok eser bırakıldı.
Barok Sanatın önemli isimlerinden Artemisia Gentileschi hakkındaki yazıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz: